30 Mayıs 2020

KONUK YAZAR: GÖNÜLGÖREN

Sevgili Pelin'in Gözlem Evi Okurları,

Yaşam Öyküleri Serisi ilk yazısı ile karşınızda.


Köyün güney tarafındaki en yüksek tepeden baş aşağı kendini bırakan rüzgar biraz aşağıdaki kaş kayalıklarını sıyırarak geçti. Ardından elma bahçesinin mis gibi polen kokusunu genzine çekerek amber yüküyle, köyün kırmızı kiremitli çatılarına ulaştı.

Usulca bir ürperti aldı Fatma’yı. Hafifçe irkildi. Geriye yaslanacak gibi olduysa da vazgeçti. Buğulu yeşile çalan gözlerinin nemlendiğini hissetti. Ne zaman elma kokusu esintisi gelse burnuna çocukluğunun en derin pembeliklerinde kaybolurdu. Kıpkırmızı elmalar, ceviz ağaçlarının gölgesi, altın rengi  kayısı ağaçları, akşam üstü ardı sıra geçişen koyun sürüleri ve analarının peşinden koşan ağzı süt kokulu kuzular, minik kulaklı oğlaklar, en arkada asık suratlı ve mahmurluğu ile yürüyen büyük kangal köpekler. Kaş kayalıklarından yuvarlanırcasına aşağıya koşuşmalar, bir masal gibi gözünün önünden geçerdi. Köyün berrak ve çivit mavisi gökyüzünü, güneşin sarısını, yemyeşil ağaçları, otları, gönül kırmızısı uğur böceklerini görmeyeli çok zaman olmuştu. Ama hepsinin renkleri şimdi yüreğindeydi. Öyle işlemişti ki kalbine, yaptığı el işlemeleri, oyalar sanki onlarca göz tarafından yapılmış gibiydiler.

Yorgundur Anadolu insanı. Hele bir de ekilecek alanın az olduğu yerlerde bu yaşam kavgası daha da zorlaşır. İşte böyle bir kavganın ortasında Fatma daha küçük yaştayken ateşli bir hastalık geçirmiş ve imkansızlıklar nedeniyle tüm renklere veda etmek zorunda kalmıştı.

Fatma sırtını duvara verdi. Tahmin ettiği gibi ayaklarını ileriye uzatınca ayakları balkonun ince demirlerine değmişti. Demirin ürperten soğukluğunu hissetti parmak uçlarında. Aşağıda bahçedeki asma çardağından gelen neşeli kuş seslerine bakılırsa serçeler üzümleri büyük bir iştahla gagalıyorlardı.

Sokaktan girince etrafı ağaç dallarıyla çevrilmiş bir bahçeyle buluşuyordu evleri. Girişin hemen solunda küçük sebzelerini ektikleri kısım vardı. Sağ taraftaki asma çardağı gelen misafirleri gölgesiyle selamlıyordu. İki katlı taş örme evde anne ve babası ile birlikte yaşıyorlardı. Duran Ağa derlerdi babasına. Ayşe Ana evin anasıydı. Babasının ağalığı zenginliğinden değil adamlığındandı. Seksen bir yaşındaydı. Çocukluğundan beri hiç durmadan çalışıyordu. Sürekli uzaklara bakan çakır gözleri, kırmızıya çalan, sert rüzgarlarla yer yer damarları çıkan yüzü, çektiği sıkıntıların derin çizgileriyle doluydu. Uzun boyuyla her zaman dimdik yürür gerektiği kadar konuşurdu. İlerleyen yaşına rağmen bir kenarda oturmuyor ancak eskisi gibi çalışamadığına da  üzülüyordu.

Fatma babasının sesiyle irkildi,

-        -Fatma Kızım ben geldim neredesin?

-        -Buradayım baba, arka balkondayım.  Dedi yüksek sesle. Kuş seslerine dalmıştı. Yoksa babasını ayak seslerinden tanır geldiğini her zaman duyardı.

 

-       -Nasılsın bakalım Fatmam?

-      - İyiyim Baba.

 

Yerinden kalkmış arka balkonun ara kapısından holün duvarlarına tutunarak yavaşça ön sahanlık girişine gelmişti. Babası usulca ellerinden tuttu. Yanaklarından öptü, kokladı. Kırk yaşlarındaki Fatma’nın Duran Ağa için küçük bir çocuktan farkı yoktu. Her gelişinde öper, sarılırdı.

-          -Anan nerde yavrum?

-         - Komşuya kadar gitti baba birazdan gelir.

-          -Tamam kızım sen rahatına bak, ben odaya geçiyorum.

-        - Peki babacığım.

 

Fatma geldiği gibi usulca duvarlara tutunarak çeşmeye doğru yürümeye başladı. Namaz vakti yaklaştığı için belli ki abdestini alacaktı. Duran Ağa bir süre baktı kızının ardından. İstemsizce boynunu bir yana büktü. Kasketini çıkardı. Büyük odanın en köşesindeki mindere usulca oturdu.

Köyün kayalıklarını yoklayarak gelen rüzgar şimdi geri dönmeye hazırlanırken Fatma ellerini havaya açmış duasına çoktan başlamıştı bile.   

19 Mayıs 2020

BİLDİĞİMİZİ ZANNETTİKLERİMİZ:LINKEDIN YETENEK SINAVLARI
Sevgili Okurlarım, 
Bu güzide bayram gününde sizler için faydalı olacağını düşündüğüm yeni içerik ile karşınızdayım.
Konumuz ünlü bir websitesi olan LinkedIn. Birçoğumuz adını üniversitedeki konferanslarda duydu, ardından kendine ait bir profil açtı ve bağlantılarını genişletmeye başladı. Profesyonel dünya ile aramıza köprüler kuran bu sitenin, biraz kıyıda köşe kalmış fakat bana göre en iyi kısmını sizlere tanıtmak istiyorum:
Yetenek Sınavı.

LinkedIn hesabınızı açtınız ve bağlantılarınızı oluşturmaya başladınız. Profilinizi düzenleme esnasında sizden eğitim, lisanslar ve sertifikalar, başarılar, yetenek ve onaylar gibi çeşitli alanlarda bilgi girişi isteniyor.
Yetenek ve onaylar kısmına gelip ilgilendiğiniz alanları seçiyorsunuz. Örneğin ben Java ve SQL seçtim. Bu yeteneklerinizi bağlantılarınız ya da gizlilik durumunuza göre dışarıdan gelen kullanıcılar onaylayabiliyor-yani yeteneğinize tanık olanlar. Peki yeteneğin LinkedIn tarafından onaylanmasını istiyorsak? 
Bu durumda Yetenek ve Onaylar kısmının altındaki Yetenek Sınavı Yap sekmesine geliyoruz. Belli bir süre içinde konu hakkında gayet kapsamlı sorularla mini bir sınav oluyoruz. Ve konu hakkında yepyeni bilgiler edinmiş oluyoruz. Girdiğim sınavlar bana zor geldi,açıkça belirteyim. Java kısmından bir türlü geçemedim. Geçemediğiniz takdirde bir sonraki sınavınıza girmek için 3 ay beklemeniz gerekmekte. 
Sizler de üyelik ardından sınavlarınızı yapıp sonuçları benle paylaşabilirsiniz.    
Bol bol bilgili günler. 🌞
Başlık ekle

11 Mayıs 2020

KONUK YAZAR:BEN BİLMEM YAŞIM BİLİR
Sevgili Pelin'in Gözlem Evi Okurları,
Bilim,sanat,kitap incelemesi,müzik listeleri derken sizinle güzel bir yol aldık.Özledim,özlettim biliyorum.
Bugün sizlere sunacağım yazı,bir takipçime ait. Konuk yazarımız sizi geçmişe götürecek, sevgi dolu bir yolculuğa çıkaracak.
Kelimeler arasında kaybolmanız ve kendinizi en çok istediğiniz yerde bulmanız dileğiyle,keyifli okumalar.


     Lise öğrencisi iken gittiğim üniversite hazırlık kursunun edebiyat sınavı test sorularından birisinin cevap şıkları arasında ‘ gençliğin avantajlarından birisi de hayatta yapılan yanlışları değiştirmeye yönelik önünde yeterince zaman olduğu ‘şeklindeydi.
      Edebiyatımızın büyük ustalarından Ömer Seyfettin’in orta okul yıllarımda okuduğum ‘İlk Düşen Ak’ isimli öyküsünde, saçlarına düşen ilk beyaz tel ile ilgili dünyalar dolusu şeyler yazmıştı. Saçlarımın henüz zümrüt siyah ve gür olduğu dönemlerde karşıma çıkan bu satırlar bana çok uzak geldiği gibi, biraz da sıkılmış kendimi hiç yazarın yerine koymak istememiştim.
      Ergenlik döneminde insana ilerleyen yaşlar Kaf Dağı’nın ardında gibi ulaşılmaz geliyor. ‘Otuz Beş Yaş ‘ şiirini ilk dinlediğimde bu yaşın neredeyse masallardaki devlerin yaşı kadar büyük bir yaş olduğunu düşünmüştüm. İnsan bu kadar yaşadığında daha yaşayacak bir o kadar zamanı olacaktı. Ne kadar uzun bir süreydi bu.
      1980’lerin ilk yarısında dönemin en popüler araçlarından olan yeni boyalı, sis lambalı ,lastikleri beyaz yanaklı Murat 124 ‘le Gazi Paşa Bulvarı'nda  gezmek. Trafiğin günümüzdeki gibi keşmekeş olmadığı, gelip geçenlerin plakayla bilindiği bir ortamda amfileri güçlü müzik setleriyle dönemin popüler şarkılarını topyekün dinlemek. Babadan kaçırılan kontak anahtarı ile istisnasız, her akşam Adnan Menderes Bulvarı'nda turlamak. Kafa da bir yığın jöle, altta  taşlanmış şarlo kot pantolon, ayakta espadril ile dolaşmak. Sulardaki yazlık sinemaların saray tahtından rahat tahta sandalyelerine kurularak, dışarıdan aldığımız şırdana ilaveten üzerine buz gibi kovadan çıkmış gazoz içmek. Gençlik filmlerini binbir hayalle izlemek. Şartları ve maliyeti az olmalarına rağmen büyük mutluluk duyduğumuz şeylerdi bunlar. Yakın zamanda yazmış olduğum ;
GÖKYÜZÜ PEMBEYMİŞ
BULUTLAR GÖKYÜZÜNE TIRMANMIŞ
AY DEDE YILDIZLARLA KOL KOLAYMIŞ
KİME NE?
BOZMAYIN KEYFİMİ!
ZATEN BAŞKA NE ZAMAN BÖYLE GÖREBİLİRİM Kİ ONLARI?

    Dizeleri o yaşlarımın masumiyetine bir göndermedir aslında.
        Kabul etmek gerekir ki  günümüzde gençlerimizin yaşam alanları daha kısıtlı.Özellikle gelecekle ilgili kaygıları eski dönemlere göre çok daha fazla ve derinden. İçinde bulundukları sosyal ve ekonomik yaşam şartlarının zorluğu ve  belirsizliği de ileriye dönük planlarını daha garantiye alacak şekilde düşünmeye, çalışmaya itiyor. Bir yerlere koşturmaktan etraflarına bakacak, soluklanacak zamanları yok kimi zaman.
       Aynı zamanda ergenlik dönemlerini de yaşıyorlar. Hani o bizimde zamanında yaşadığımız ama  çoğu zaman unuttuğumuz zamanlarımız.
       Gençler bizim yarınımız, umutlarımız, evlatlarımız. Onları çok sevelim ama önce anlayalım. Asla ama asla onlara  ilgisiz ve sevgisiz kalmayalım. Bırakalım bazen her şeyi onlar değil yaşları bilsin.
       Gençlerimizin neşe dolu cıvıltılarını her daim yaşamak  ve yaşatmak dileğiyle sevgi ve saygılarımla.
K.S